Carl Jung ve Kolektif Bilinç

Carl Jung ve Kolektif Bilinç

Psikoloji Köşesi

16   Mayıs 2021

PSK. İREM SENA YÖRÜMEZ

 

Kolektif Bilinçdışı

Analitik Psikolojinin kurucusu olan Carl Gustav Jung, 1975 yılında Isviçre'de doğdu.  1895 yılında Basel'de tıp eğitimi gördü ve 24 yaşına geldiğinde ise psikiyatride karar kıldı.

 Mutsuz bir ailenin çocuğu olan Carl Jung yalnız ve içe dönük bir çocukluk  geçirdi. Jung, duygu ve düşüncelerini kendine saklar, aklını meşgul eden şeyleri kendinden başka kimsenin daha iyi anlayamayacağını düşünürdü. Bu kişiliği kendi kuramının çektirdiğini oluşturmuş diyebiliriz. 

1906 yılında ise Freud ile tanışır ve düzenli olarak mektuplaşmaya başlar. Ancak 1909 yılında ABD’ye seminer vermek üzere giden Freud ve Jung arasında yavaş yavaş gerginlik havası tırmanmaya başlar. Bu gerginliğin artması ile Jung yolları ayırır ve daha sonrasında adına Marvin Goldweth Yaratıcı Hastalık Dönemi dediği bir sürece girer. Bu dönemde kendi içsel yolculuğuna çıkar.

 

Küçük yaşta kaybettiği Tanrı inancının yerine, içerideki Tanrı’yı keşfeder, bunu psişe (kişiliğin tümü) modelinin göbeğine oturtur.

Jungcu psikolojide ise bir kişinin Psişesi (Psyche’ı) onun düşüncelerini, davranışlarını, duygularını ve hislerini kapsayan tüm kişiliği olarak düşünülebilir.

Jung, Psyche’ı 3 alana ayırıyor. Bilinç, Kişisel Bilinçdışı ve Kolektif Bilinçdışı.

 

 Bilinç, bireyin çevreye dönük tarafıdır. Birey kendisi ve çevresiyle farkındalık seviyesinde olduğu bir ilişki içindedir. Psişe’nin doğrudan birey tarafından bilinen kısmıdır. Merkezinde ise Ego vardır. Ego bilincin öznesi konumundadır.

 

Kişisel bilinçdışında, unutulmuş hatıralar, bastırılmış duygular, yaşantılar ile bilinç düzeyine çıkamamış olan algılamalar ve bilinç düzeyi için henüz olgunlaşmamış içerikler yer almaktadır.

 

Kolektif Bilinçdışı ise öznel algılamaların olmadığı,  kalıtımsal, atadan miras bir beyin yapısı, bütün insanların, hatta hayvanların bile paylaştıkları bir ortak  miras, bireysel ruhun temeli olarak tanımlanmaktadır. 

 

Kolektif bilinçdışı daha çok dünyanın başlangıcından bu yana yaşamış tüm insanlığın verdiği ortak tepkiler ve davranışlar demek olarak da söylenebilir. 

Kolektif bilinçdışı en eski ilkel toplumsal dönemlerin kalıntıları olarak bireylerin belleklerine yansıyabilir ve çağdaş insanın yaşantılarında kalıcı izler bırakabilir. Jung bu anlamda kolektif (ırksal) bilinçdışını bir arketip olarak tanımlamıştır 

 

Arketipler;  doğum, yeniden dünyaya geliş, ölüm, güçlülük, sihir, kahraman, çocuk, akıllı ihtiyar, toprak ana, dev gibi imgeler; ağaçlar, güneş, ay, rüzgâr, ırmak, ateş ve hayvanlar gibi doğal objeler; yüzük ve silah gibi insan yapısı objeler sayılabilir. Arketipler evrenseldir

 

Arketipler, insanların bellek imgeleri gibi canlı görüntülere sahip değildir.Özgü bir şeması yoktur.Ancak gerçek dünyada bir karşılığı bulunduğunda, bu belirsiz imgeler canlı ya da cansız varlıklara dönüşürler

 

Bir başka deyişle, her insan aynı temel arketip imgelerine sahiptir. Hatta bazı arketipler kişiliğin oluşumunda çok önemli bir rol oynadıklarından Jung onlara özel bir yer verir: persona, anima ve animus, gölge ve ben.

 

Persona sözcüğü, tiyatro oyuncularının taktıkları maske anlamına gelir. Analitik psikolojide bu sözcük, insanın kendisi olmayan bir karakteri yaşaması anlamına gelir. Bir başka deyişle, persona toplumun onayını sağlamak amacıyla insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da takındığı kimliktir. İnsanın dışa dönük kısmıdır. 

 

İnsanın içedönük kısmı  ise erkeklerde anima, kadınlarda animus diye adlandırmıştır.  Anima arketipi erkek psişesinin kadın yönü, animus arketipi ise kadın psişesinin erkek yönüdür.

 

Bilinçdışındaki diğer arketipleri ve arketiplerin bilince erişimini düzenleyen ve örgütleyen ben arketipi, kişiliğin bütünleşmesini sağlar. Bir insanın kendisini uyum içinde hissedebilmesi ben arketipiyle ilgilidir. 

 

Kişilerin cinsiyetini temsil eden ve hemcinsleriyle olan ilişkisini düzenleyen arketip gölge olarak tanımlanmıştır. Jung’a göre toplumsal yönün sürdürülmesi için gölge, persona tarafından bastırılmalıdır. Bunun nedenini ise gölgeyi içgüdüsel ve ilkel tarafta, güçlü ve tehlikeli bulması olarak açıklamıştır. 

 

’Bilincimize çıkaramadığımız şey, hayatta karşımıza yazgı olarak çıkar.’’

 

Bu teoriye göre birinin aklından geçen bir düşünce o andan sonra insanlığa ait bir düşünce oluyor ve kişi bunu dillendirmese de bu düşünce dünyanın başka bir yerindeki bir kişinin ortaya attığı bir düşünce olarak karşımıza çıkabiliyor. İnsanların sahip olduğu Psyche, başka bir Psyche ile fiziksel veya metafiziksel olarak temasa geçtiği anda mucizevi bir dönüşüm başlıyor. Bunu Butterfly Effect teorisine de benzetebiliriz. İnsanların sadece düşünerek bile başka birine etki edebileceğini söylüyor Jung. Belki de telepati denen şey bu sayede vardır. 

Dünya üzerinde aynı davranışı birbirinden habersiz, bağlantısız eş zamanlı sergileyen insanlarız aslında. Buna biraz düşününce pek çok örnek verilebilir. Bilimsel bir kanıt niteliğinde olmamakla birlikte, “Evet, belki de vardır kolektif bilinçdışı denen şey,” diyebilmek için yeterli sayıda olay mevcut. 

 

Silgiyi kalemle delmek, Telefonla konuşurken evi turlamak, gece ışığı kapatıp karanlıkta odaya koşmak, meyveli yoğurt paketinin kağıt ambalajını yalama isteği, kapı pervazlarına tırmanmak, minderlerden çadır kurmak, yerler de lav var diye hayal edip zıplamak… Bunlar tüm insanların ve çocukların birbirinden öğrenmeden ve bağımsız şekilde sergiledikleri davranışlar. Özellikle son saydığım 3 tanesi biraz da avcı toplayıcı ataları taklit ediyor gibi bir izlenim veriyor gibiydi. 

 

Genel olarak, bu kanıtlanmış bir şey değil. Ama 100 Maymun fenomeni ve KÜLTÜR, KOLEKTİF BİLİNÇDIŞI VE SEMBOLLER: MİYAZAKİ VE ‘RUHLARIN KAÇIŞI’ ÜZERİNE BİR İNCELEME adlı makale, bunun varlığına tam olmasa da umut vaad eden bir şekilde inanmamı sağladı.

 

Kim bilir, zihnin karanlık tarafları bir gün keşfedildiğinde ve gerçekten bir kolektifliğin varlığı saptanırsa, insanların tepki ve davranışları daha kolay mı tahmin edilebilir olur? Yoksa hala çelişki taşıyan irade kavramını tamamen yok mu eder? 

 

Kutsal metinler, yazıtlar, öğretiler, ilk felsefeciler; burada bahsedilen ortak bir şey var: Tek bir yerden gelmek. Toprak, su, insan, bir ata, bir ruh, bir tanrı, bir melek. İbn-i Haldun’dan Darwin’e kadar, Dünya evrimine dair yazılmış kuramlarda hep bir ortak atadan bahsediliyor. Özümüzde bir yerlerde bir hurma ağacı veya bir fareyle aynı şeyi taşıyoruz. Bu inanç çok absürd duruyor başta ama evrim kaosuna daldıkça bir sarı çiçeğe kardeşim diye sarılabilir insan. 

 

Ben bu ortaklığın, kolektif bilinçdışını da barındırdığını düşünüyorum. Bu gün bir kelebeğin kanat çırpışının dünyanın öbür ucunda bir fırtına yaratması gibi, bu gün aklımdan geçen bir düşüncenin başka bir yerde birisini etkilemesi muhtemelen birbirine çok yakın şeylerdir. 


 

Makale ve 100 Maymun Fenomeni

Sosyal Medya'da Paylaş

Yazar Hakkında

İrem Sena YÖRÜMEZ

Ben Psikolog İrem Sena Yörümez. Üsküdar Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunuyum. Lisans yıllarımda çeşitli kurum, kuruluş ve dernekler de gönüllü olarak yer aldım. Psikolojik danışmanlık merkezlerinde...